Hayatın anlamı nedir? Biz burada ne yapıyoruz? Doğmadan önce neredeydik? Öldükten sonra nereye gideceğiz? Acaba başka bir dünyanın cehennemi mi burası hakikaten? Nasıl oluyor da insanın canı sıkılınca zona çıkarabiliyor? Malmsteen neden mükemmel bir tekniği olmasına rağmen gitar çalamıyor? Sadece direnerek nasıl oluyor da kanser hücrelerini öldürebiliyoruz?

“Şu an virüsün bulunduğu 179 ülkede 50 farklı Tanrıdan yardım istendi. Hiçbiri dönüş yapmadı. Lakin, bilim aşıyı bulduğunda herkes kendi tanrısına teşekkür edecek.”

Yukarıdaki retorik Ateizm Derneği’ne ait. Maalesef sempatik niyetlerle kurulduğunu tahmin ettiğim Ateizm Derneği de öbürü üzerinden kendini var etme olayına girmiş. Ayıp etmiş.

Kardeşim sen materyalist derneksin. Sana ne milletin inandığından? Bilmez misin Tanrının yokluğunu kanıtlamaya çalışmak varlığını kanıtlamaya çalışmak kadar saçmadır. Bilimle dini karşılaştırmak saçmadır. Bir yığın dindar ve dahi bilim insanı vardır. Hele hele bununla dalga geçmek ayıptır. İnanç bu adı üzerinde. İnanıyorsan vardır bitti. “Madem Allah yok Ateistler neyin varlığına inanmıyor?” diyen Adnan Hoca düzeyine indirmeyin allasen konuyu.

Kaldı ki Ateizm Derneği belli ki sayı saymayı da bilmiyor. 179 ülkede 50 tanrı sayabilmişler. Oysa sadece Hindistan’da 33 milyon tane tanrı var.

Ateizm Derneğine cevaben Ayşe Özlem’in söylediği gibi: “Dünya’da da dindar, deist ya da ateist bilim insanları her bilim dalında var. Hem araştırıyor hem muvaffak olmak için dua ediyorlar. Aşıyı bulan Louis Pasteure’den tutun Newton, Pascal, Kopernik ve bilim tarihine adını yazdırmış nice eski ve yeni bilim insanı Tanrı inancı olan, kimisi oldukça dindar insanlardı.”

***

Gerçekliği inanç yoluyla açıklama temayülündeki insana ruhani, gerçekliği madde yoluyla açıklama temayülündeki insana da materyalist diyebiliriz.

Gerçek anlamda materyalist az, çok az bulunan birisidir. Ben böyle gözlemledim en azından. Materyalist olduğunu düşünen pek çok insanın bir köşesinden bir homeopati olsun astroloji olsun çıkar. Pek çoğu arada bir tahtaya vurur.

Gerçek anlamda inançlı birisi de pek azdır. Pek çok inanç sahibinin kalbi belli oranlarda şüphelerle doludur. Ben böyle gözlemledim en azından. Zaten bu yüzden kutsal kitaplar bu şüpheleri gidermeye dönük ifadelerle doludur. Rahibe Teresa’nın meşhur mektupları buna güzel örnektir. Dünyanın en örnek Hristiyanının kalbi şüphe doludur.

Ben mesela tanıdığım en materyalist insan olmama rağmen bütün kalbimle David Bowie’ye inanıyorum. Onun çalışkanlığı, yaratıcılığı, iyi kalbi, zarifliği ve şıklığı üzerinden bütün gerçeklikleri açıklayabildiğimi düşünüyorum. Bu, bu haliyle inançtan çok bir tür sevgi, hayranlık. Ama işte bu sevgiyi kurumlaştırınca da din oluyor adı. Din de inançtan başka bir şey. Harari kitabında çok güzel anlatıyor. Komünizm’den kapitalizme ve konvansiyonel dinlere bir çok şeyi din kapsamında değerlendiriyor ve bunu uzun uzun gerekçelendiriyor.

Bu anlamda din inancının tanrı inancından daha kuvvetli olduğu da açık. Sanırım kuvvetini aldığı yer işin içindeki kültürel ağırlığın, kolektifliğinin baskınlığı.

Bütün dinler üzerinde kültür çok belirleyici ve bu bana çok sempatik geliyor. Mesela bayram namazları kültürel olarak ne kadar önemlidir… Bütün camiler dolar taşar. 5 vakit namaz kılmayanlar da gider kılar bayram namazını. Halbuki herhangi bir ikindi namazı kadar bile önemi yoktur. Farz değildir. Kılınmasa da olur.

Yahut Hindistan’da inekle özel bir muhabbeti olan Hindular (bazı yerlerde kavgası da çıkmasına rağmen) kurban bayramını bir çok mahallede müslümanlarla beraber kutlarlar. Hıristiyanların sokak ortasındaki küçük sunakları, tapınakları Hindu’larınkine çok benzer.

***

Wiki’de ateizm tanımı, “tüm tanrılara ve ruhsal varlıklara olan metafizik inançlara ve dinlere inanmayan..” diye başlıyor. Yani kendi varlığını tanrıların ve ruhsal varlıkların “varlığına” bağlıyor. Bu çok saçma. Bir gün herkes müslüman olursa müslümanlık elbette yaşamaya devam eder. Ama birgün herkes ateist olursa ateizm yaşamaya devam edemez. Düşünsenize kimseye neye inanmadığını anlatamayan, inanmayacak bir şeyi kalmamış bir inanmama hali olur mu?

“Abi sen ne işsin?”

“Ben ateistim. Tanrılara ruhsal varlıklara filan inanmıyorum”

“Nelere?”

“Ya sen bilmezsin, buralarda böyle Zeus’lar Şiva’lar filan vardı”

Olmaz öyle.

***

Hayatın anlamı nedir? Biz burada ne yapıyoruz? Doğmadan önce neredeydik? Öldükten sonra nereye gideceğiz? Acaba başka bir dünyanın cehennemi mi burası hakikaten? Nasıl oluyor da insanın canı sıkılınca zona çıkarabiliyor? Malmsteen neden mükemmel bir tekniği olmasına rağmen gitar çalamıyor? Sadece direnerek nasıl oluyor da kanser hücrelerini öldürebiliyoruz?

Bu hayatta kafa karıştırıcı bir çok soru ve durum var. Bunlar insanları genel olarak öğrenmeye, tembellik edilen alanlarda da değişik oranlarda spritüalizme itiyor.

Burada benim sinirimi özel olarak bozan şey zikirle dalga geçip göbeğini tuta tuta gülen insanlar. Bunların ciddi bir bölümü çakralarını dört açıp yoga yapan insanlar aynı zamanda. Yahu mistisizme yanaşasın varsa senin burada orijinali var niye beş on bin km öteden olanı kullanıyorsun?

Hindistan’da epey vakit geçirmiş birisi olarak orada en eğlendiğim insanlar bu “kullanılmaya hazır” spritüalistlerdi. Sıradan sokak sarhoşlarını Saddhu sanıp hayatın derin anlamını tartışırlardı mesela. Yahut akortsuz sitarına gelişigüzel dokunup aralara sessizlik verip kısık gözlerle yukarı bakan tipleri “dahiyane müzisyen” diye dinleyenler, huşu dolanlar… Elindeki tığa lehim pastası sürüp bunu kulağından çıkardım diyenler holistik bir detoks önerenler… Falcılar yıldızcılar neler neler…

Bizim memleket de batılılaştıkça Osho okuyup Piedra ırmağının kıyısında oturup ağlayanlar arttı. Bunu yaparken zikir görüntülerine rock müzik verip bunu paylaşıp durmak sahtekarlık gibi geliyor bana.

***

Şu basit gerçek benim düşündüğüm kadar basit değil mi yoksa? Kimse kimseye neye inanması gerektiğini söyleyemez. Kimse kimseye neye inanmaması gerektiğini söyleyemez.

Not: Bu yazıyı yolladıktan bir saat sonra filan kötü haber geldi. Tanıdığım en ilkeli, ahlaklı, bilgili, neşeli insanlardan, 25 yıllık arkadaşım, canım, beraber işler yaptığım ortağım, bir tanem Çağlan Tekil öldü. Çağlan yaşadığı süre boyunca hayatın önüne açtığı yoldan gitmedi. Hep kenarlardan küçük yollardan dolandı. Düzen tekerine çomak oldu. Elinde bin türlü olanak oldu bugüne kadar. O hep sevdiği müziğin peşinden gitti. İyilik yapmakla meşgul oldu. Çok yetenekli, çok becerikliydi. Ve ben Çağlan’ı kıskanan, haset eden insanların bile onu sevmemezlik edemediğini biliyorum. Biliyorduk bu haberin geleceğini. Bekliyordum ölümünü. Beklemiyormuşum meğer. Çağlan’ım. Seni çok seviyorum. Ve cenazene bile gelemiyorum.

Gazete Duvar