“Memleket neresi?” mükemmel bir soru. Ama bir problemi var. Sadece yeni tanışınca soruluyor.

Çünkü sabit bir şey muamelesi görüyor. Halbuki olamaz. Bir kere mesela Ankara’da yaşayan birisi Ankara’da bu soruya kütüğünü söyler. Ama İstanbul’dayken Ankara der. Kütüğe kayıtlı olduğu yerde sorsalar Ankara diyebilir. Meksika’da sorsalar Türkiye der. Mars’ta hayat olsa Dünya der belki. Bazısı doğduğu yeri söyler.

Bence bu konuda belli ilkeler üzerinde anlaşmamız lazım. Mesela kütük, kimlik teferruattır. Beyan esastır.

Ben Laz’ım. Ama kütükte (uzun hikaye) tesadüfen Artvin Ardanuç yazıyor. Türkiye’nin ve Artvin’in dört bir köşesini gezdim denk gelmedi, gitmedim Ardanuç’a. Fotoğraflarından biliyorum çok güzel yer. Tesadüfen Konya’da doğmuşum. Kafa kağıdımda öyle yazıyor. Konya’yı çok severim ama hep turist olarak gittim.

Aslen Natchez/Mississippiliyim. Beyan esastır. Mizah tabii ama karşılaştırırsanız Natchez’e epey yakınım. Konya yahut Ardanuç’ta yaşayan bir tek arkadaşım bile yok. Ama Natchez’de, Bessie Smith’in öldüğü Riverside Hotel’de kalmışlığım, sahibiyle Juke Joint’te çapkınlığa çıkmışlığım, yolunda selamlaşarak yürümüşlüğüm, partilere takılmışlığım, güzel ağırlanmışlığım var.

Neyse lafı uzatmayayım. Öteden beri bu konudaki beyanım açıktır. Ankaralıyım. Üstelik gururlu bir Ankaralıyım. Günahıyla sevabıyla bu bozkır şehrini seviyorum.

Çocukluğum, gençliğim burada geçti. Sokaklarında uyudum, eğlendim, kavgalar ettim. Dans ettim, direndim, safahat sürdüm açlık çektim. Hayatı Ankara’da öğrendim. Ankara’da yetişkin oldum.

Değişemez mi? Tekliflere açığım tabii. Ama şimdilik memnunum.

Uzun yıllardır uzaktım bu sert şehirden. Şimdi dönüyorum. Ailemle beraber Bodrum’dan Ankara’ya taşınıyoruz. Bu da acayip geldi çok insana. Öyle olunca Gerçek Gündem’deki köşeme yazdım. Benim yazı epey teveccüh gördü. Lavarla ekibi de, 1996’da Ankarayı terk etmiş fakat Ankaralılığını üzerinden atamamış bir dinozorun dönüş günlüğü ilginç olabilir diye düşünmüş olsa gerek çağırdı. Bakalım hakikaten ilginç olabilir mi?

Sitenin adı Lavarla. Takip eden de çok. Sordum çevremdeki herkes biliyor. Lanlı lunlu filan, söz dinlesem iyi olur diye düşündüm bir yandan. Bir yandan da eş dost okuyor havam olur işte. Angaralıyız, Angara’ya ısınırız da dedim.

Ama asıl önemlisi yıllardır diasporadayım, Ankara yüceltmekten bir hal oldum. Burada kendi aramızdayız nasılsa arada gömerim rahatlarım, diye düşündüm.

Bodrum malumunuz memleketin istek nesnesi. Pink Floyd gibi bir şey. Herkes adını bilir. Herkes seviyormuş gibi yapar en azından. Her daim “Pink Floyd da bitti aga” muhabbetine de açıktır. Kimisi Syd Barret’li zamanlarını anlatır: “Buralarda yol bile yoktu…” Kimi Roger Waters’cıdır (Gümüşlük), kimiyse David Gilmour (Yalıkavak). İlginç olmak isteyenler Richard Wright (Dağbelen) yahut Nick Mason (Peksimet) filan diyebilir.

Biz bu magazin sayfalarındaki ciltleri parlayan erkeklerle kadınların yaşadığı yahut takıldığı Bodrum nerede bilmiyoruz ama Bodrum’u biz de seviyoruz. 8 yıldan fazla oldu Bodrum’dayız. Bahçemizde alacabaykuşlar, kaya sansarları, kaplumbağalar, oluklu kertenkeleler, yılanlar, fareler filan yaşıyor. Eve gelirken domuz yavruları görüyoruz. Bahçe demirimizin dibinde dolanıp duruyorlar. Çocuklarla okula giderken piknik yapıyoruz, çıkışta denize giriyoruz. Yumurtamızı sütümüzü veren hayvanları tanıyoruz. Bahçemizde avokado ağacı bile var. Nasıl sevmeyebiliriz?

Bodrum’daki ilk birkaç yıl bütün telefon konuşmaları “iyi tatiller” diye bitiyordu. Tabii Mecidiyeköy’den arayan birini, arkadan dalga sesi geliyorken çalıştığına ikna etmek zor. Ama dalga çarpan yerlerde de çalışıyor insanlar. Ben de zaten (habire tembellik retoriği yaparım ama) genellikle çalışırım.

Şimdi temmuz sonunda Ankara’ya taşınıyoruz.

Ankara benim için bir bütündür. Bildiğim her köşesini bir çeşit severim. Ama detay sorarsanız elbette Esat bebesiyim. Ankara’yı terk ederken ünlü Ankara büyüğü Tolga Arvas beyefendi “bu şehri peşine takarım” hesabı Esatoğlu Mahallesi Hududu tabelasını yürütüp de vermişti hediye. Emaneti İstanbul Kıbrıs Bodrum filan gezdirdim şimdi geri götürüyorum. Maalesef Esat’a değil. Çayyolu’na.

Esat’a taşınamıyorum. Çünkü çocuklarım var. Ve çocuklarım okul isimli (Çokyüzyıllar önce muktedirlerce halkı daha efektif çalıştırmak için eğitmek gerektiği fikriyle bulunmuş ve o devirden beri yapısı pek değişmemiş) ilkel bir kuruma devam etmek zorundalar. Onu da Çayyolu’nda bulduk. Esat’tan Çayyolu’na her gün gidip gelecek veya servis marifetiyle çocuk gönderecek kadar da delirmediğimiz için Çayyolu’nda ev tuttuk.

(Madem okul ilkel çocuklar niye gidiyor? Hadi gidiyor Esat’taki okulların suyu mu çıkmış gibi sorular belirmiş olabilir kafanızda. Uzun hikaye.)

Çayyolu neymiş fakat? Ben bıraktığımda Kutuğun diye bir yer duyardık. Orasıymış meğer. Benim hatırladığım oralarda bir Ümitköy vardı, yaşlılar otururdu. Bir de Alacaatlı vardı, köydü. Hakikaten köydü şimdi Kadıköy olmuş.

Bir de Beysukent vardı, Hacettepe/Beytepe’ye girmek üzereyken sağdan gidilirdi. Çok havalıydı. Böyle havuzlu bakımlı villalar filan… Ankara’dan İtalya’ya geçiş gibiydi orası. Film setiydi sanki. Ankara’nın seksi avukatlarından (Ankara büyüğü) Göray Karadut oturdu biraz orada. Sanırım geri kalanlar uzaylıydı. Yıllar boyu tek bir kişi daha görmedik Beysukent’te oturan (oturabilen) nitekim.

Ankara demek fakirlik demekti ne Beysukent’i? Göray ayda 2 bin Alman markı kira veriyordu o zaman. Göray zengindi ama (hala zengin). Ben o vakit o parayla dünyayı iki kere dolaşır, artanıyla Tunalı pasajında (Ankara büyüğü) Süleyman’a rakip dükkan açardım.

Şimdi durum öyle değil. Bana kızan olacaktır kuşkusuz. Ama Ankara asla eskisi kadar fakir değil. Elbette -hele şimdi- memleketle beraber bir fakirleştik hepimiz. Ama siz o zamanları hatırlamazsınız. Sefildi hakikaten ortalık. Şöyle söyleyeyim, İstanbul’a gitmemek için çok direndim ben. Açlık sınırında teslim olup orası için anormal olmayan bir para ile İstanbul’a taşındığımda 10 katını kazanıyordum.

İlk yazımı bitirmeden iddia edeyim. Ankara acayip yükseliyor. Ben şuracığa yazıyorum; “Eki eki Ankara’nın en sevdiğim yeri İstanbul’a dönüşüdür hehe” şakacıları ağlayarak günlüklerine yazacaklar.

(Melih Gökçek faktörü olmasaydı Ankara çoktan göklerdeydi zaten. Bu konuya arada döneceğim.)

lavarla.com