Yeniden merhaba. Ankara’da hızlı başladı her şey. Oysa ben size böyle mi bırakmıştım Ankara’yı? Ankara demek, yavaşlık demekti. Piano piano.

Şurada güzelce biraz Ankara hayatı gömeyim. Ankara’da olmayı en çok bunun için istiyordum. Serde Ankara milliyetçiliği var; yıllardır dışarıdayım diye ağız tadıyla yüklenemiyordum. Kötü cümle kuramıyordum. Hem ben rahatlayayım hem de “Salak herif Bodrum’dan Ankara’ya gitmiş bir de bunun günlüğünü tutuyor” diyenler rahatlasın.

Büyük şehir lanetleriyle başa çıkmaya çalışıyoruz. Zaman çok hızlı geçiyor mesela. Bu konuda bir şeyler yapmam lazım. Buranın bir haftası Bodrum’da üç ay çekiyordu. Olmaz öyle. “Ne yapabilirsin ki?” demeyin. İnsan yaşadığı hayatı yavaşlatabilir. Zaman da yavaşlar o zaman. Çok şey yapmaya çalışınca hızlı geçiyor meret. Büyük şehirlerde de hep yapacak çok şey var. Azaltmak lazım. Ne o öyle tabakhaneye kaka mı yetiştiriyoruz?

Ankara Saray Kitabevi. Ankara gibi. Değişik.

Ankara’da herkesin çalışıyor olması da çok komik. Sanırım Bodrum’da bir tek ben çalışıyordum 🙂

Ve tabii başka şeyler. Mesela çocukların okulunun unutulan eşyalar bölümü. Eşim Gökçe dikkat etmiş, Bodrum’da o oda tıklım tıklımdı. Butik açarsınız, o kadar çok eşya vardı. Burada neredeyse hiç bir şey yok. Hem çocuklar daha az unutuyor anladığım, hem de veliler unutulanların peşinde daha çok koşuyor. Bodrum’daki umursamazlık ve zenginlik yok burada. Ne demiş atalarımız, welcome to the desert of the real Neo.

Bir de çocuklarımı özlüyorum. Ya okulda ya da antrenmandalar. Allah çarptı beni resmen. Benim gibi bir okul ve spor düşmanı, çocuklarını okul ve spor yüzünden göremiyor. Bir de deli danalar gibi yüzüyorlar sanırsın olimpiyat kazanacaklar. Öyle bir zulüm yüzme antrenmanları.

Buraya gelirken her hafta sonu gezeriz, diye hesaplıyorduk. Her hafta sonu karavanla yakın çevreye, ayda bir filan uçakla uzak çevreye. Gelin görün şimdi hafta sonlarımızı.

Kabalık meselesi en fenası tabii. Bir İstanbul değil ama maşallah öküzlük ücretli olsa Ankara’nın zengin sayısı katlanırdı. Çocukların yüzme yarışına gittik. Kalabalık ama çok da değil. Koltukların ⅔’ünde montlar çantalar oturuyor nitekim. Yer tutulmuş. Anneme bir yer bulduk, arkasındaki boş koltukların önünde çömelip onunla konuşmaya çalışıyorum. Tam arkama denk gelen boş koltuktaki mont yer tutana kafi gelmedi bir de çanta koydu üzerine. Sonra da elini koydu. Ve sanırım gözünü popomdan ayırmadı. Eline, çantaya ve monta rağmen popomla koltuğu kavuşturmaya kalkarsam ya ne yapardı?

Bir başkasının çocuğu yarışmak için kalktı yerinden gitti. Yerine yine kürekle eşya yığmaya başlanıyordu ki “Bir on-on beş dakika gelmez sanırım,” dedim. “Evet” demiş bulundu. “Bir beş dakika oturabilir miyim?” deyince ben, öyle bir paniğe kapıldı ki, görmeliydiniz. Oturun, diyemiyor. Oturmayın, da diyemiyor. Ağlayacak, öyle bakıyor yüzüme. Bir kahkaha kopardım. Sırtına vurdum. “Aman iyi bakın oraya gözünüzü ayırmayın oradan yarışı filan boşverin,” dedim. Arkamdan “Beyefendi yanlış anladınız”lar filan döküldü tabii. Zaten nerede size biri “yanlış anladınız” diyorsa doğru anlamışsınızdır.

Bir de trafik fenomeni var. Arabanın içindeyken melek olan o taksi şoförleri neden trafikte öyleler? Allah neden onları sadece aynı araba içinde zarif yaratmış bilen var mı? İğne deliğinden sığmaya çalışıyorlar. Bir de kötü araba kullanıyorlar.

Her şehirde iki uç da vardır. Yin yang prensibi.

Fakat Ankara’da yin ile yang arası normalden biraz uzak. Biri Sinop’ta öbürü Anamur’da. Lümpeni tam lümpen, zarifi tadından yenmez.

Aslında İtfaiye Meydanı yazacaktım. Onun için oturmuştum ama bu çıktı yazı diye. Haftaya söz size bir minik rehberlik yazısı yazacağım. Nitekim gezmelere doyamıyorum. Vakit buldukça tabii.

Bu arada köşemin adı “Ankara Palmiyesi” oldu. Şöyle oldu. Bu köşe aşırı öznel olduğu için bir de adı olsun, dedim. Ve bir isim bulamadım. İki büyük isim bulucu arkadaşımı aradım, yardım istedim: Serdar Ateşer ve Tolga Arvas. Serdar vakitsizdi, bir şey çıkmadı. Tolga döndü dedi ki, “Ya Metin. Şu bizim osuruk ağacı var ya, ona ‘Ankara palmiyesi’ diyorlar. Çok Ankara’ya göre bir durum. Bence köşenin adını Ankara Palmiyesi koy,” dedi. Komikliğiyle, samimiyetiyle, acayipliğiyle tam Ankaralık bir durum hakikaten. Aylandız, osuruk ağacı ya da kokar ağaç; malumunuz hakikaten kötü kokar. Aslen Çinlidir. Ve erozyonla mücadele için arsız bir ağaç diye Ankara’ya gelmedir. Ankara’daki pek çok şey gibi taşımadır yani. Ona palmiye demek… Ne bileyim; tam Ankaralık. Yaşasın Ankara palmiyesi!

Ama bir problem var. “Ankara palmiyesi” adını duyan başka birisi yok. Bir Tolga. Tolga da, Google efendi de bulamadı başka diyen. “Olur mu? Babam öyle derdi,” dedi gerçi, ama kısık sesle. Zaten Halit amcamız maalesef yakın zamanda vefat ettiği için ona soramazdık kaynağını.

Sonra Tolga her zamanki sempatikliğiyle arayıp “Ya bu Ankara palmiyesi lafını galiba ben uydurdum. Sonra o kadar sevdim ki doğru sanmaya başladım.” Böyle bir şey olabilir mi? Tolgacım ya. Köşenin adının Ankara Palmiyesi olması böylece şart oldu. Belki bu vesileyle ağaca da öyle diyen başkaları çıkar.

Velhasıl bu keşif sürecinde bir de Twitter’dan bulmaya çalıştım Ankara palmiyesinin izini. Onu sorarken de “isim de önerin yahu” dedim. Birbirinden leziz isimler çıktı. Kullanamayacağım hiçbirini. Ama öyle oralarda da kalsınlar istemedim. Önerileri yazıyorum buraya en azından:

An kara ya da Ankara Yelkenlisi – Grand Korçi
Angaranın Bağları – Alishia
Ankara’nın Nesi Güzel ya da Papazın Bağı’ndan – Evrim Binbaş
Ankara Keçisi ya da Kalesi yad a Lokumu – Hilal Köylü
Takla Güvercini (Hem havada uzun süre kalabiliyor ve Ankara’nın takla güvercinleri meşhur) – Süha Çalkıvık
Ankara Martısı – Tayfun Ergen
Sensin La Gri – Can Irmak Özinanır
MetinSolLa – Özlem Çampınar
Ankara Kaymakamı – Altuğ Yücel
Gençlik Parkı (sosyal merkez) Paraşüt Kulesi (tepeden inme gelenler) ve Hergele Meydanı’nın Hergelesi – Tevfik Güneş
Ankara Rüzgarı – Ahmet Makal
Alametinfarika – Gökben Hızlı Sayar
Tiftik – Mehmet Deprem
Ankara Keçisi – Kenan Sezen ve Duygu Özsüphandağ
Hüdayda – Tuncay Koç
Birgün Adamın Biri Ankara’da? – Hülya Aydoğan
Unkara – Baran Uyan
Ankara Ayazı – Necla Dur
Nebula ya da Ne bu la? – Rüzgar Kalem
La Mavra – Pisteccig
Hitit Anıtı – Bodrum Yücel
Lavarlaz – Uğur Biryol
Kesik Çayır – Hülya Turab
ASPAVA, Neresi Gri? Ankara’dan Gelen Abi – Yıldıray Oğur
Kürkçü Dükkanı – Bülent Somay
Buzkır – Ahmet Nezihi Turan
Aşırı Öznel – Yiğit Köseoğlu
Ankara engürü engiri hayda – Ladyoscar
Ankara Bulvarı – Tunca Sapiens
PEN6 – Mançoliçe
Kuğuların Sessizliği – SerCe
Ankara Fışkiyeleri – Suna
La Var Ya – Seval Kaya
Ankara Kedisi veya Ankara’nın Dönüşü – Diogenes of Sinope
Samsun Asfaltı – Cyrano Winner
LaBebe – Bülent İbik
Ankaralı Kafası – Soner Kaynar
Ankara Havası – Livar
Ankara Tava – Barış Spencer
Arz-ı Endam – Sema Tankoç
Ankara Postası – Şule Bahar
Angara Bebesi – Lulu, Gülay Avşar, Greens ve Anarşist Penguen
Alıç – Sir Xzyfos

lavarla.com