Cüneyt’in arkasından konuşurken ve başına gelen felaketleri konuşurken “O üzülmek için gelmiş bu dünyaya. Ona bir şey olmaz” dediğimi hatırlıyorum defalarca. Olurmuş.

17 Ağustos’ta Kıbrıs’ta ve beş parasızdım. Uçaklar şimdiki gibi şehirlerarası otobüslerle aynı paraya erişilebilir şeyler değildi. Aklım memleketteydi, deprem için çalışmaya gidemiyordum, üç beş kuruş para göndererek vicdanımı rahatlatmaya çalışıyordum. Ruh gibiydim tabii. Deprem yüzünden TV seyreder olmuştum. Birgün TV’de Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün’ünü açınca ne göreyim? Bizim Cüneyt Cebenoyan ekşi bir suratla annesinin, babasının ve Ali’mizin (19 aylıktı) cenazesine nasıl ulaşamadığını anlatıyor. Evde perişan olduk tabii. Bağıra bağıra ağladıktan sonra yüzümü yıkayıp kendimi artık iyi olduğum konusunda telkin edip Cüneyt’i aradım. Güya başsağlığı dileyeceğim. Cüneyt’in alo’suyla beraber başladım ağlamaya yine. Ben ağlıyorum Cüneyt ağlıyor. Ben özür diliyorum sürekli, Cüneyt beni teselli ediyor.

İlk oğluma Ali İlyas dedim diye çok sevinmişti. Yüzü hep gülerdi ama çok az çok sevinirdi Cüneyt. Oğluma Ali dememde onun oğlu, Elif’in hiç göremediği abisi Ali’nin de katkısı vardır.

Cüneyt yaşadığı sürece kendisini ve dolayısıyla çevresini, beni üzmeyi ihmal etmedi. Üstelik bunu hiç bir şey yapmayarak başardı.

İBDA-C’nin küfürbaz, yalancı bir dergisi vardı. Taraf. Yasemin yeni katledilmişken bir yazıda “Allahsız Onat Kutlar ve Ermeni Yasemin Cebenoyan cezalandırıldı” demiş, PKK’nın katliamını üstlenmeye çalışmışlardı.

Biz de gazetecilik saikleriyle şaşkınlık içinde takip ederdik Taraf’ı. Söyleşiler yapar, söyleşi yaptıklarını azarlar, sunumlarında onlara galiz küfürler ederlerdi.

Cüneyt yanımda okumuştu yazıyı. ve gözünden iki damla yaş dökülmüş, “Noyan’da yan görmüş Ermeni demiş salaklar” diyebilmişti.

Cüneyt’in başına sadece felaketler gelmedi. Bütün acayiplikler de onu bulurdu.

Birgün blues yazarı ve organizatör Eyüp İblağ aradı. “Metin tam sana göre bir işim var. Jimmy Page ve Robert Plant’ı getiriyorum. İstanbul’u gezdirecek onlarla takılacak geceleri içecek birisi lazım.”

Bulunmaz fırsat. Gel gör ki ben o sıra çok kötü hissediyordum kendimi. Bırakın Plant’e mihmandarlığı Led Zeppelin’e solist çağırsalar gidecek takatim yok. Eyüp’e Cüneyt’i önerdim. Cüneyt de hemen kabul etti.

Çok kısa süre sonra Cüneyt’ten bir telefon: “Oğlum bişey oldu inanamayacaksın”.

Meğer Cüneyt kusursuz İngilizcesi, entelektüel birikimi, Page’in Plant’in hayatını onlardan iyi bilir hali ve tabii huysuzluğuyla “bu asla bir mihmandar olamaz bu işte bir iş var” etkisi oluşturmuş. Cüneyt’i daha ilk günden batı magazin basınından sızdırılmış paparazzi zannetmişler. Cüneyt atılmış.

Çok gülmüştük.

Bir başka gün, Tan Morgül ile bir dergi çıkarmaya niyetlendik. Destek olacak şirkete anlatıyoruz, röportajları şu yapacak, şu müzik yazacak Cüneyt Cebenoyan da sinema yazacak. Ben bir kıkırdadım. Baktılar. “Yani inşallah” dedim. “Niye öyle diyorsun” dediler, “e bütün acayiplikler Cüneyt’i bulur, yine bir şey olmaz ise” diye bitirdim sözümü.

Bir sonraki maket toplantısında bütün yazılar hazırdı. Sinema yazısı hariç.

Cüneyt’in evini soymuşlardı. Laptop’u ve bize yazdığı yazı da uçmuştu.

Cüneyt’in üzerinde dolanan tuhaf bulutlara inanmak zordu.

Ankara’da ‘90’ların ortasında konuşurduk: Yav ne iş yapsak da geçinsek. Cüneyt rehberlik yapmaya niyetlenmişti, yanlış hatırlamıyorsam 6 ay filan sürebildi. Sonra konuştuğumuzda yaklaşık olarak şöyle demişti: “Valla Metin şurada bir yıl daha yapsam ev filan alırım o kadar çok para kazanılıyor. Ama bahşiş almak, komisyon almak filan hiç bana göre değil onun için bıraktım.”

Güzel kızı Elif’çiğimden Uzuncorap.com için bir yazı almıştık: Anne Baba Kullanma Kılavuzu. Yazı o kadar mükemmeldi ki Cüneyt’e çok üzüldüğümü söylemiştim. Çok şaşırmıştı. “E olm kız öyle bi yerden girdi ki yazarlığa aşama kaydedemeyecek, uzun bir süre daha iyisini yazamayacak ve morali bozulacak” deyince anlamıştı. Yazıyı hakikaten bir anda yüz binlerce kişi tarafından okumuştu. 3-4 tane ana haber bülteninden aramışlardı beni Elif’i çıkarmak için. Babası kılıklı Elif hepsini reddetmişti.

Cüneyt iyilik yapmaya programlanmıştı. 25 yıllık arkadaşım. Ondan istediğim bir tek şeyi unutmuşluğu yoktur. Defalarca ve defalarca yardım etmiştir bana.

Pişmiş tavuk atasözü ile anlatılan bütün başına gelen felaketlere ve acayipliklere rağmen bir an zarafetini yitirmedi. Yüzüne bir hüzün çöktü tabii. Ama bir an bile isyanını nefrete dönüştürmedi. Yaptığı işi iyi yapmaya, çevresine faydalı olmaya çalıştı. Huysuzdu. Huysuzluk yakışırdı. Nefret taşımayan bütün huysuzlar gibi iyi kalpliydi. Bütün mazlumlar, haksızlığa uğrayanlar için üzülmeye, bütün haksızlıklar, kibirler için öfkelenmeye yer vardı kalbinde.

Yasemin Cebenoyan’ı, Onat Kutlar’ı katleden ve bunu hiçbir zaman net bir şekilde yalanlamayan PKK’ya karşı memleket solunun mıy mıy halini eleştiren şeyler yazdı, söyledi. Fikirlerinin tamamına katılmadım. Fikirlerinin tamamına katılmak mı? Böyle bir şey olabilir mi ayrıca? Biz Cüneyt ile kedi köpek gibi didişirdik sürekli.

Dün baktım, yüzlerce hakikaten yüzlerce sayfa yazışmış kavga etmişiz. Nasıl bir bağrışırdık inanamazsınız. Araya girmeye korkardı çevremizdekiler. Bu kadar kavgada bir tek kırıcı laf edilmeyebilir mi? Edilmedi. Biz aynı ilkeler çerçevesinde aynı argümanları kullanarak hep iki ayrı şeyi savunmayı başarırdık.

Bu PKK meselesinde ama bir yığın sabit fikirli insan Cüneyt’e sağlı sollu girişti. Katılmadıkları fikirlere katlanamayan o tür akıl almaz hakaretlerle saldırdı. Savundum diye arada bana da girişmişlerdi.

Cüneyt’in o tartışmada katılmadığım cümleleri oldu elbette. Ama Cüneyt’e Kürt düşmanı diyen kafayı yemiştir. Yalancıdır. Kötü kalplidir. Vicdansızdır. Ayrıca Cüneyt’in hep söylenmesini istediği gibi tekrar edelim: Yasemin’i ve Kutlar’ı PKK katletmiştir. Özür dilememiştir. Özeleştiri yapmamıştır. Türk solu da Kürt hareketi de, Cüneyt’in oy verdiği HDP de bu konuda genel olarak üç maymunu oynamıştır.

Cüneyt’in arkasından konuşurken ve başına gelen felaketleri konuşurken “O üzülmek için gelmiş bu dünyaya. Ona bir şey olmaz” dediğimi hatırlıyorum defalarca.

Olurmuş.

Canımın irice bir parçası gitti. Ayşegül ve Elif’le henüz konuşamadım. Zaten dünden beri ağlamaktan pek kimseyle konuşamadım, telefonları açamadım. Çok şükür başları kalabalıkmış. İyidir böyle zamanlarda kalabalık. Bu akşam göreceğim inşallah ikisini de. Ayşegül’cüğüm de ne çekti bu hayatta. Kimbilir ne haldelerdir. Çok zor bir sabır olacak ama onlar başta hepimize, onu seven on binlerce insana sabır diliyorum.

Son vakitlerde şu PKK meselesi yüzünden kalbini kıran özellikle birkaç kişi çok üzmüştü onu. Telefonda ve yüz yüze defalarca konuşmuştuk bu konuyu. Çok şaşırmıştı bir de. “Ama niye?” deyip duruyor, kabullenemiyordu. Şimdi onlar da çok üzüldü biliyorum, tahmin ediyorum.

Arkadaşlarınızın kalbini kırmadan önce daha uzun düşünün. Hepimiz öleceğiz.

 

Gazete Duvar