Ankaralı insan emekli olarak doğar. Doğarken ağlar. Ağlarken emeklilik işlemlerini tamamlar. Hayatı (emekliliği) boyunca çok ve keyfe keder çalışan birisi olarak yaşar gider.

Kahveye gidip ölümü beklemediği için de geç yaşlanır, uzun yaşar.

Kahveye gidip derken, kahveye gitmediğini söylemiyorum. Elbette kahveye gider. Ama kahveye gidip ölümü beklemez. Kahveye gidip proje geliştirir. Bir teknoloji şirketi için Teknopark neyse Ankaralı için kahve de (en azından benim zamanımda) odur nitekim.

Şuraya uzun bir parantez açayım. Bazen sosyal medyada görüyorum, yazılarımdaki genellemeler için “Benim kuzen var Muhittin o hiç öyle değil, bu Metin yanılıyor,” filan yazıyorlar. Şimdi genelleme şöyle bir şey: “Katalanlar sıcak kanlı, tatlı insanlardır,” dediğinizde “Barcelona’da hiç dallama bir birey yaşamıyor,” demiş olmuyorsunuz. Mekanizma bu.

Ben yine de, Ankaralının kim olduğunu örnekleme yöntemiyle anlatayım. Şimdi Engürü Kahvesi’ni bildiniz mi? Bildiniz. Bilmediyseniz de bekleyin, anlatırım bir ara. O Engürü Kahvesi’nin çoğunluğunu at yarışı filan oynayan amcalar oluşturdu. Bir de orada bir grup parasız solcu ama çok tatlı insan vardı. Ankaralı dediğim onlar işte. Yani benim 25-30 arkadaşım. Buna bir itirazınız varsa lütfen yazıya devam etmeyin.

***

Ankaralı insan kahvede oturur ve hiçbir zaman yapmayacağı projeler geliştirir. Efendim bir bar açalım hayvan dostu, adı “Dikkat Köpek Bar (Deniz)” olsun. Yok efendim kahve açalım, adı “Yaşa” olsun, emeklilikte yaşa takılanlar takılsın. Hem, her “çok yaşa” diyene “sen de gör” şeklinde hitap ederek birbirlerini Yaşa isimli mekanı görmeye teşvik etmiş olurlar.

Bu ortalıktaki saçma sapan isimli yerler nereden çıkıyor sanıyorsunuz? Hepsinin Ankaralı bir arkadaşı vardır. Ankaralı insan bu fikirleri bulur. Gerçekleştirmeye üşenir. Çünkü emeklidir. Gerçi “Bir kere ver” biçiminde istenmesiyle meşhur Kere dergisini ODTÜ’lüler çıkarmıştır. Ama kesin gurbetten gelen ODTÜ’lülerdir onlar. Kahvede duyup okulda çıkarmışlardır. Veyahut Taskobirlik’in nefis Derdalan köpeköldüreninin ya da “bir teselli ver” diye istenen Teselli şarabının da (yine köpeköldüren) kaynağı eminim bizim kahvedir.

Şimdi efendim, bu kahveye takılanlar ikiye ayrılır(dı). Bir Genco Dönmez, Alper Fidaner gibi kök salmışlar vardı. Bunlar sanırım orada yaşıyordu. Gelirsiniz, oradadırlar. Gidersiniz, oradadırlar. Bunlar Konur’dan Selanik’e geçmeyen bir çeşit yavaş loris oldukları için ayırın kenara. Bir de kahvenin normal insan evlatları vardı, kımıldayabilen. Benim gibi. Yine tembel hayvan ama bir yavaş loris değil.

Tipik bir eskisi-yenisi fotoğrafı. Yan yana bunlar. Bütün Anadolu’da olduğu gibi Yozgat’ta da müthiş bir mimari var. Ve hepsi eski. Modern denilebilecek ne varsa hepsi birer mimari facia. Memleket şehirleri maalesef “çirkin” ve “çok çirkin” diye ikiye ayrılabilir.

Burası hiç bezik oynayan görmediğim Engürü Kahvesi ya da Engürü Bezik Salonu. Öndeki sakallı yakışıklı Alper Fidaner, konuştuğu meşhur kahve kralı ve eski Locus Solus’un sahibi Çağatay Gülabioğlu, arkadaki kız Şule Dilek Atasayar, fotoğrafı çeken de Yunus Özkazanç.

İşte bizlerin az gezeni (emekliliğinde) Kaş’a takılırdı. Biraz daha gezeni Kaş ve Olimpos’a. Daha da gezeni Kaş, Olimpos ve Vadi’ye (Kelebek).

Şimdi Ankara-Kaş arası 691km. Ama ne bileyim Ankara-Antalya arası 476km. Side bile 500km. Akçakoca 272km.

Hepsinde deniz var. Hepsi kendine göre güzel. Kaş’ın ise (o zaman) yolu berbat. Hem virajlı hem küçük. Hem de uzak. Ulaşması hakikaten zor. Yerlisi dünyanın en misafirperver ve munis yerlisi sayılmaz. Bir Uzun Çarşı vardı, esnaf yürüyeni uzun uzun dikizlerdi. Çok gıcıktı.

Ne bulurduk bilmiyorum ama akın akın Kaş’a giderdik. Her fırsatta Kaş’a giderdik. Kaş’a giderdik de ne yapardık? Mavi’de hatta Mavi’de bile değil, Mavi’nin önünde iç. 12’de Mavi’nin ruhsatı bitsin kapatsınlar. Sonra git Anfi Tiyatro’da iç. Sonra yat. Bir denize girmek olsun, iki güneşlenmek filan da yok. Duştan duşa su görürdük. Hayatımıza renk getirmek için Mavi’nin önüne hamak kurmak gibi zibidilikler yapardık bazen. Onun dışında hayat muhabbet ve headbanging’den ibaretti. Nefisti. Yaşasın emeklilikte Kaş’a takılanlar!

***

Peki bu tatilinden, gezmesinden, kahvesinden ödün vermeyen emekli insanlar, emekliliklerini devlet tanımadığına göre nasıl geçiniyordu? İşte bu, benim kendime en sık sorduğum sorulardan birisidir yıllardır. Tek tek nasıl geçindiklerini düşündüğümde bulabiliyorum. Genco çalışkan bir gazetecidir. Alper tembel bir fotoğrafçıdır. Necmiciğim profesyonel anarşistti.

Ama toplu halde bakıldığında anlamsızca emekli bir insanlar grubuyduk. Çok çalışkan tembellerdik.

Şimdi ne mi yapıyoruz? Tam bilmiyorum. Güney’de Kaş diye bir yer yok zaten artık sanırım. Genco hak savunmaya, hayvan kurtarmaya, Alper parti yapmaya, huysuzluğa ve fotoğraf çekmeye, Kemal Can gazeteciliğe, Menekşe Toprak romancılığa, Ayşin Zoe bilumum sanat sepet işlerine, küratörlüğe, Hasan Nami tiyatroculuğa, Hafize Çınar çocuk kitabı yazarlığına, Murat Meriç yazarlığa ve DJ’liğe kaptırdı gidiyor. Necmiciğim öldü. Ahmet Orhan Londra’da çalıştığını iddia ediyor. Büyük Türk gazetecisi Mehmet Demir, arkadaş çevresinde Nebil Sayın ve Burak Tamdoğan, yurt sathında ünlü oldular, oynuyorlar. Barış Karacasu ve İbrahim Eke filan pek gelmezdi. Alemlerde Engürü’ye takılıyor gibi yapıyorlarsa alıcı olmayın. Adını anamadığım diğer arkadaşlarım da iyiler, ellerinizden öperler.

(Ve bomba haberi vereyim. Yani benim için bomba, siz umursamayabilirsiniz. Pek kimsenin haberi yokmuş, pek kimseye söylemeyin siz de. Bizim huysuz Alper evleniyor. Haftaya kızı isteyeceklermiş. Yazık, kızımız da iyi birine benziyor. Neyse ki Alper zurna gibi aşık. “Kafama melek düştü,” filan diyor.)

Beni sorarsanız Ankaralıların arasına karışıp eski temsil gücümü kazanmaya çalışıyorum şahsen. Bir Ankara rehberi yazasım bile var kendimi Ankara’ya beğendirmek için.

lavarla.com