Binlerce kilometreyi GPS kullanmadan katedebilen bir kuş neden insanlığın hizmetinde olsun? Sıradan bir gıda faaliyeti için cebindeki Sodexo ile kıymalı makarnaya 30 lira vermek yerine sanat eseri yapan bir örümcek neden insanlığın hizmetinde olsun? Önüne gelen yeşile iğrenç asfaltlar, betonlar dökmek yerine sanat eseri gibi yaşama alanları kuran karınca neden insanlığın hizmetinde olsun?
Türcülük (Mark Devries, 2013) filminin afişinden
Arnavutluk’ta bir ay gezdim. Sadece iyilik gördüm. Bir gün kuş uçmaz kervan geçmez bir köşesinde ters çevrilmiş kaplumbağalar buldum. Onları düz çevirip salınca fark ettim ki az ileride dört, beş tanesi kanlar içinde yatıyor.
Bir tonton teyzecik muhtemelen ektiklerini yemesin diye onları öldürmek için böyle bir yol bulmuş. Çok sinirlenmiştim, söylendim kadına. Kadın gevrek gevrek güldükçe söylenmem bağırmaya dönüştü. Söylenmem bağırmaya dönüştükçe gülme kuvvetlerine destek olarak kocası ve çocuğu da katıldı. Çok şükür iyice delirmeden kendime döndüm.
Muhtemelen Arnavutluk’taki diğer insanlar gibi şahanelerdi. “Bir dilim ekmek var mı?” diye sorsam ziyafet çektirir, gece misafir eder, belki cebime harçlık bile koyarlardı. Ama işte zavallı kaplumbağaları yola ters bırakacak kadar vicdansız olabiliyorlardı.
Bana da gülüyorlardı.
Çünkü “başka bir dünyadan” konuşan zararsız bir gezgin olduğumun farkındalardı. Yoksa ağzımı burnumu kırarlardı tabii. Gülüyorlardı. Veganlar başta bilumum hayvan hakları savunucularıyla, feministlerle bilumum hak savunucularıyla bu yüzden alay edilir zaten: Başka bir dünyadan konuştukları için. Bu dünyadan memnun olmadıkları, bu dünyayı değiştirmeye çalıştıkları için. Sahibi oldukları, kendilerinin sandıkları dünyadan konuşmadıkları için.
…
“Başıboş köpeklerin, belediyeler tarafından toplanıp bir barınma merkezine götürülmesi ve belli bir süre içinde sahiplenilmeyenlerin uyutulması gerektiğini” düşünen Ege Cansen isminde bir insan yaşıyor. Ben de o insanın bir yazısına maruz kaldım.
İnsan kelimesine dikkat çekmek için iki defa tekrar ettim. Bu büyülü muamelesi gören kelime homo sapiens’i tarif ettiği gibi bir hastalığı da tarif ediyor olabilir. Hepimizin şöyle yahut böyle bir ucundan enfekte olduğumuz bir hastalığı.
İnsan olmak demek kendini dünyanın merkezine oturtmak, yaşayan her şeyi kendi hizmetinde zannetmek demek değil mi? Sağlıklı bir şey sayılabilir mi bu durum hakikaten?
Üstünlük meselesi mi insanı sahip yapan? Binlerce kilometreyi GPS veyahut THY kullanmadan katedebilen bir kuş neden insanlığın hizmetinde olsun? Sıradan bir gıda faaliyeti için cebindeki Sodexo ile kıymalı makarnaya 30 lira vermek yerine sanat eseri yapan bir örümcek neden insanlığın hizmetinde olsun? Önüne gelen yeşile iğrenç asfaltlar betonlar dökmek yerine sanat eseri gibi yaşama alanları kuran karınca neden insanlığın hizmetinde olsun? Müdür olmak için riya dolu bir hayat sürmediği için mi?
…
Amerikan Psikiyatri Derneği’nin sosyopatlık tanımındaki insan kelimesi yerine canlı kelimesini kullanırsak bakın münhasıran hangi hayvan ırkını anlatıyor: “Diğer canlıların hakları ile ilgili daimî bir umursamazlık ve ihlâl seyri”.
İnsanlık hastalığının alt dalları da var. Misal hemen altında erkeklik hastalığı, onun hemen altında lümpenlik hastalığı…
Gelelim Ege Cansen’e. Onda maalesef enfeksiyon bütün vücudu sarmış. Hayvanlardan yirmi beş kuruşluk poşet gibi bahseden birisinin bir şey anlamasını bekleyemem. Belki başkaları için zihin açıcı olabilir diye zahmet edip yazıyorum.
Başıboş kayıtsız ve serbest demek. “Başıboş köpek” ne demek? Evkafta iş bulamamış köpek mi? Köpek dediğin zaten başıboş olur. İnsanlar başıboş olmayıp da nelere bağlı? Keşke insanlar da başıboş olsa. Cansen elbette başıboş derken sahipsiz demek istiyor. Köle olmayan diyor. Köle köpek seviyor kendisi. “Tıpkı Avrupa’daki gibi”. Eminim gel deyince gelmek gibi derin sorumluluk sahibi ve kapatılmış köpekler onun için kabul edilebilir şeylerdir. “Tıpkı Avrupa’daki gibi”. Cansen anlamaz ama sokak köpeği şahanedir. Görmüş geçirmiş, mülayimdir. O Cansen’in kabul edilebilir bulduğu “sahipli” köpekler onlara havlarken tek bakışla dünyanın en karizmatik “Olm bak git”ini yaparlar.
Köpeklerin toplanıp “bir barınma merkezi”ne götürülmesi meselesi daha da hazin. “Bir barınma merkezi” dediği barınak. Bildiğiniz toplama kampı. Az Google’layın ne demek olduğunu okuyun. Yahudi eksiğiyle Auschwitz işte.
Cansen didaktik, üstten ve vasat Türkçesiyle egzajere etmeye de çalışmış konuyu ama olmamış: “Her sabah on binlerce kadın, kocaman el çantalarının içinde veya arabalarının bagajlarında plastik poşetlerde kedi maması taşımakta, gezi parkuru üzerinde bellediği noktalara bunları koymaktadır.
Mamaları, kediler, köpekler, kargalar ve martılar yemektedir. Onların pisliği yetmiyormuş gibi görevi kenti temiz tutmak olan bazı belediyeler, kartondan “kedi evleri” yaptırıp bunları otobüs duraklarına yerleştirmiştir. Pislik diz boyudur. Hindistan’a değil, Avrupa’ya benzeyelim.”
Yaşasın o on binlerce kadın. Hepsinin ellerinden ve kocaman el çantalarından öpüyorum.
Yaşasın o mamaları yiyen kediler, köpekler, kargalar ve martılar. Hepsinin patilerinden ve kanatlarından öpüyorum.
Ellerine sağlık kedi evi yapan belediyelerin. Onların bir yerinden öpmüyorum. Hepsinin başka yanlardan hayvan düşmanlıkları da var.
Hayvan düşmanlığı baki elbette ama çok şükür kedi evini, köpek mamasını “diz boyu pislik” zanneden, Cansen çapında hayvan düşmanlarının sayısı her geçen gün azalıyor.
Arnavutluk’taki teyzeciğin bana güldüğü gibi gülerek biraz çaresizlik içinde bitiriyorum yazımı: Ha ha ha.