Ben pek alışveriş insanı değilim. Hovardalık yapacağım diye ne zaman bir markete, pazar yerine girsem bir şişe rakı alır çıkarım en fazla.

Üstümü başımı uzun giyerim. Hep aynı şeyleri giyerim. Asla doğum günü, yılbaşı, yıl dönümü, gün bükümü filan diye hediye almam. Ev alışverişinde eşimin akıllı olmasının da sayesinde takip etmesi kolay kurallarımız var. Alışveriş üzerine fazla kafa yoracak bir durumum yok yani. Buna rağmen kendime göre alışveriş alışkanlıklarım var.

Fiyat-kalite dengesi ve nezaket çok önemli benim için. Bozuk oldu mu dengem bozulur. Park parasına çok karşıyım. Araba dört tane dört avuç yer işgal edecek diye para istemeleri çok sinir bozucu. Yaşasın Almanya. Ya da su. Su parayla olur mu yahu? Su bu.

Alışverişin alış kısmı “elde etmek, alt etmek, yenmek” fiillerinden evrilmiş gelmiş. Almak pis bir kelime. Alıp, çekip koparmakla; yenmek, üste çıkmak arasında dolanıyor. Eldiven de oradan gelmiş.

Vermek ise birmek, virmek filan… Bağışlamak, bırakmak, iletmekten geliyor. Çok tatlı.

Alış ne kadar zalimse veriş o kadar mazlum.

Bunları şunun için diyorum. Biz solcular olarak her şeyin en iyisini bildiğimiz için düzenli olarak alanın yanındayız. Satanı azarlamaya meyilliyiz. Ben diyorum ki alış yapanı kollayalım derken veriş yapanı ihmal etmeyelim. Hem pratik olalım: Ancak veriş yapan güzel veriş yaparsa alış yapan saadet içinde yüzer. Yoksa hep bir çekişme çemkirme.

Bilmece gibi konuşmayı bırakırsam mal ve hizmet satanların düzgün kısmını yüreklendirmek bence çok önemli bir şey.

Evet. Ankaranın alışveriş hayatından bahsedeceğim. Pek beğeniyorum kendisini. Ankara’nın kendisi gibi anlamsız, tarifi tanımlaması zor bir güzelliği var.

Bu arada etrafta sosyal medyada filan mebzul miktarda bulunan bir kısım peşin hükümlüye diyeyim ki şurada vereceğim marka isimlerinden herhangi bir çıkarım varsa iki gözüm önüme aksın. Oh be! Çocukken bile şu yemini etmemiştim, bi’ ferahladım. Beleş reklam yani hepsi.

Market olayı

Ankara’nın alışveriş dünyasının, belki de bütün alışveriş dünyasının, güzel bir özeti Batıkent Metro durağının orada yan yana konuşlanmış olan Gimsa ve Çağdaş’ta görülebilir. Annem Batıkent’te oturduğu için ikisini de tanıdım. Daha doğrusu Çağdaş’la zaten birbirimize karşı boş değildik ama Gimsa’yı da gördüm. Öyle bir anlattı ki görmem lazımdı bu acayipliği.

Gimsa’ya girerken potansiyel hırsız muamelesi görüyorsunuz. Poşetlerinizi dolaplara kilitliyorlar, sizi alıcı gözüyle süzüyorlar. Duvarlarda talimatlar. Ortam berbat tasarlanmış saçmaca süslenmiş bir hangar gibi. Sanki size paranızı harcama şansı vermek üzere istemeye istemeye seçmişler. Genel olarak bir kötü davranma hali. Daha doğrusu iyi davranmaya çalışan mutsuz ve bezmiş personel diyelim. Belli ki dükkan sadece müşterisine değil personeline de iyi bakmıyor. Bu arada şunu eklemeliyim. İki yıldır Gimsa’ya gitmiyorum. İki sene önce üç dört kere gittim, yetti. Bu iki yılda bir anlayış değiştirmiştir, bütün oralar cennet olmuştur bilemem.

Oradan çıkıp hemen yanındaki Çağdaş’a gidince radyoda Ajdar’dan sonra Selen Gülün çıkmış gibi oluyor. Sınıf atlıyorsunuz. Huzur basıyor. Hemen Gimsa’yı daha ucuz sanmayın bunları okuyup. Fiyatlar da artmıyor. Azalıyor hatta bazı ürünlerde.

Hakikaten acayip bir yer Çağdaş. Bizim evin orada da var bir tane. Devasa yer, mahalle bakkalı gibi. Çalışanların yüzü gülüyor. Muhabbetleri iyi. Tavırları kibarlıkları zorlama değil. Ahbap olduk zaten kısacık zamanda. İçeri girince manav selamını verip genellikle elinde bir tek taze fasülye ile gelir yanıma: “Abi buyur.” Haracım o benim. Biliyor, onunla tütünümü ıslatıyorum. Sonra fırının oradan Gökdeniz mutlulukla seslenir: “Metin abii, hoş geldin.” Bütün bölümler, kasa dahil, böyle. Var mı markette böyle bir muhabbet yahu? İçim açılıyor.

Keza fiyat/kalite de mükemmel. Hele içki fiyatları çok iyi. Meyvesi sebzesi de semt pazarı gibi taze ve kaliteli.

Benzİn İstasyonu

Benzin meselesi var bir de. Maalesef şehir dışında oturunca arabaya teyellenmiş yaşıyoruz. Benzin istasyonu da önemli. Zaten benzin gibi çirkin, Allahın belası bir şeye mahkumuz; bari düzgün bir yerden alalım değil mi?

Annem Petrol Ofisi’ne gidip benzin almış. Depoyu doldurtmuş. Bir de bakmış cüzdan yok. Kredi kartı, para, hiçbir şey yok yanında. Depo da dolmuş bir kere. Pompacıya durumu anlatmış. Tam “Hesap numarası verin oğlum hemen yatırsın,” diyecekken adam “Boşver abla geçerken verirsin,” demiş. Sanki beş liralık çekirdek almış. Diyen (muhtemelen) asgari ücretli pompacı Osman Bey. Annemin çok hoşuna gitmiş tabii. Demiş ki birkaç gün geçemem buradan. Adam demiş tamam abla n’olacak. Şaşmaz’dan Eskişehir yoluna dönünce sağdaki ilk Petrol Ofisi. Adı “Üstün Petrol Since 1985”.

Annem sonra borcunu ödemeye eli boş gitmedi. Bir tepsi kalburabastı götürdü, personele dağıttı. Ama maalesef Osman Bey o gün izinliymiş. “Ona da tatlı bırakın,” diye tembihlemiş.

Ben bunları Twitter’da yazdım, çok ilgi gördü. Yüz binlerce insan ilgilendi konuyla. Binlerce insan paylaştı, iyilik güzellik anılarını anlattı. Tabii bunun petrol istasyonuna faydası da oldu. Ben de uğradım istasyona, herkesin yüzü gülüyor. Yöneticisi geldi tanışmak için, sağolsun çok zarifti. Uzun uzun teşekkür etti bana. Çok işlerine yaramış konu. Gelen giden çok sayıda insan Osman Bey’i sormuş.

Sonradan Osman Bey’le de tanıştık. O da şaşırmış olana bitene, durup dururken ünlenmeye. Belli mahçup olmuş biraz da. Çok tatlı ve zarif birisi tahmin edilebileceği gibi. Bütün çalışanlar öyle. Ben artık bütün akaryakıtımı oradan alıyorum.

Hayırlı bir işe vesile oldu annem çok yaşasın. Zaten hep hayırlı işlere vesile olmuştur kendisi.

Hamam

Bu yazıyı yazarken sizler için hiç bir masraftan kaçınmadım ve çok derin olmayan bir WhatsApp araştırması yaptım. Tamamı sanatçı, yazar, yüksek kültür mensubu insanlara sordum: “En son hangi hamama gittiniz? Ne zaman?”

Soru basitti. Düzenli hamama giden yoktu. Çoğu bir kere olsun gitmemişti. Bir tanesi en son yıllar önce benimle gitmişti.

Bu memlekette hamam gibi bir nimet var. Ve bizim entel dantel camia hiç prim vermez buna. Çok saçma.

Ben bayılırım halbuki. İstanbul’da Uğur Tural (Çavuş) ile yeşil erik mevsimi Küçükyalı’da bir hamama giderdik. O kadar yankılı bir yerdi ki erik yiyip önümüzdeki insanları çekiştirirdik ve hiçbir şey anlaşılmazdı. Küçüklüğümden beri giderim. Hamam sevilmez mi hey hey?

Ankara’daki favori hamamımız Karacabey Hamamı. Tabii ki Hamamönü’nde. Sanırım Ankara büyüklerinden Ayça Örer önermişti. Önceden Afgan bir tellak vardı, adı İkram. Onu çok severdik benim oğlanlarla. Şimdi yok o. Ama diğer çocuklar da çok tatlı ve becerikliler. Gökçe kadınlar (bayanlar) bölümünde biraz yalnız kalıyor tabii. Biz daha çok eğleniyoruz ama olsun.

Yetişkin hamam 130, tellak 60 lira. Tellakların maaşsız olduğunu, sadece o 60 liraya baktıklarını unutmayın. Bahşiş verebiliyorsanız verin. Hamamda tellak sizi yoğurduktan hemen sonra saunaya girip buz gibi soda limon içmesi gibisi de yok. İhmal etmeyin.

Bu arada civar da malumunuz yürümek için eşsiz. Hamam öncesi civar turu süper olur. Sonrası da iyi oluyor. Ama tabii pembe yanaklarla pestil bir yürüyüş oluyor sonrası.

Lokanta

Biliyorsunuz daha önce yazdım burada yerler. İki ek yapacağım. Birisi Çiçek Lokantası. Ama YIBA’nın oradaki, Çankırı Caddesi’ndeki değil. Necatibey’deki. Ben önce Çankırı Caddesi’ndekine gittim. Mekan çok güzeldi. Ama bütün yemekler ya etliydi ya et suyunaydı. Necatibey’dekine de o yüzden hiç gitmemiştim. Meğer ayrı bir yermiş orası. Adı da “Tarihi Boğaziçi Lokantası” imiş. Çok beğendim. Hem lezzetli hem güzel servis. Tam bana göre yer.

İkinci mekan da yaşlı başlı. 55 yaşındaymış. Oktay Lokantası. Yukarıda anlattığım Karacabey Hamamı’ndan çıkınca gidebilirsiniz. Yani ben öyle yapıyorum. Hamamın karşı yoluna geçin. Sola doğru yürüyün. 50 metre sonra göreceksiniz. Tam bir esnaf lokantası. Çok ucuz. Hele öyle Tunalı’da, Ayrancı’da filan yiyen biriyseniz bana teşekkür edeceksiniz. Sebze yemekleri çok güzel. Gerisi de öyleymiş. İki tane tatlı oluyor genellikle. Tel kadayıf ve sütlaç vardı. Küçük oğlum Dünya’cım söyledi, sütlaçı da güzelmiş.

Şimdilik bu kadar. Sözlerimi bitirmeden önce bir haberim var. Bülent Somay ve Ezgi Keskinsoy çifti evlerini tuttu. Nisan sonunda yerleşecekler. 14 Mayıs’a katılmılarını başkent sınırlarında gerçekleştirecekler. Bülent Somay başkanımız da verdiği söze göre Ankara’ya geliş günlüğüne başlayacak. Şu sıra ilk yazısını verecektir diye umuyorum. Bir baskı oluştursun diye de bu yazımı bununla bitiriyorum.

Biliyorsunuz Bülent Somay gibi bir damarlarında hassas İstanbul kanı akan birisinin Ankara’ya yerleşmesi Ankara için müthiş bir olaydır. Üstelik Berlin gibi bir yerden bilerek isteyerek seçerek Ankara’ya taşınmıştır. Bülent umuyorum ki bir kapıyı açmıştır. Sırada inşallah Yaman Akdeniz vardır. İnsan hakları denince ilk akla gelen akademisyenlerden ve hukukçulardan birisi olan Sayın Prof. Akdeniz de bir gün Ankara’ya gelecektir. Ortağı has Ankaralı Kerem Altıparmak’ın yakınına yerleşecektir. Çünkü kendisi bilmiyor henüz Ankara tam ona göredir. Kerem de Twitter’ın bana verdiği mavi tik’i kıskanması dışında oldukça iyi bir insandır. Kerem’in mavi enerjisi Elon Musk’a kadar ulaşmış olmalı ki iki gün içerisinde benim gibi beleş tik sahiplerini tiksiz bırakıyorlar. Kişisel aldım.

Not: Yazıyı tam yollayacaktım alışveriş dediğimi AVM demediğimi fark ettim. Kendimi bunun için takdir ettim hemen tabii. Alışveriş kısmından anlamam maalesef sosyal hayatın bir kısmı AVM’lere tepiştirilmiş durumda. Hiç sevmiyorum kendilerini. Mümkün olduğu kadar girmiyorum. Ankara da şekilli AVM’ler cenneti. Bir gün daha uzun yazarım bu konuyu.

lavarla.com